A. Kadir Kıldıze yazdı: Karakol…

A. Kadir Kıldıze yazdı: Karakol…
Yayınlama: 08.06.2016
A+
A-

Karakolla ilk tanıştığımda 12 yaşındaydım…

Çocukluğum küçük bir ilçede geçti. Sahi orayı neden ilçe yaptıklarını henüz bile anlamış değilim. Beldesinin nüfusu kendisinden daha kalabalık bir ilçe olabilir mi? İç İşleri Bakanlığı bu konularda daha duyarlı olmalı bence…

İlçemiz küçük olsa da futbol sahamız yeterli büyüklükte ve evimizin hemen önündeydi. Biz de mahallenin çocukları olarak bu nimetten fazlasıyla faydalanıyorduk. Futbol oynamanın dışında çocukluğun gereği olan ne kadar saçmalık varsa hepsini futbol sahasında icra ediyorduk.

Sanırım Ramazan Bayramıydı… 90’lı yıllarda çocuk olup da kız kaçıran, torpil v.b şeylerle oynamayan yoktur diye düşünüyorum. Bayram sabahı el öperek elde ettiğimiz hasılatın bir kısmını hemen yukarıda saydığım ürünlere yatırdık ve futbol sahasındaki yerimizi aldık. İlk başta hafif tesirli olan (maytap, kız kaçıran) gibi ürünleri patlatarak başladık etkinliğe. Daha sonra şişe içinde ya da toprak altında, aksilik olursa da birimizin elinde patlayan torpilleri kullandık ve sıra son eğlencemize geldi. Füze’ye…

O dönem füzeler ikiye ayrılıyordu. İnce olan füzelerin menzili taş çatlasın 20 metreydi. Ama kalın olan füzeler, doğru kullanıldığı takdirde 100 metreyi geçebiliyordu ve bu bizim ilk füze deneyimimizdi. Ayrıca futbol sahası ile karakolun arası da 50 metre civarındaydı.

Mahalleden ve aynı zamanda sınıftan arkadaşım olan Osman’la birlikte füzeyi sağlam bir zemine yerleştirdik. Daha sonra Osman kibriti çaktı ve fitili ateşledi. Fitilin ateşlenmesinden 5 saniye kadar sonra füzemiz havalandı ve yaklaşık 20 metre kadar yükseldikten sonra aniden yön değiştirerek karakola doğru uçmaya başladı. Füzenin karakola varmadan patlaması için yazın kuran kursunda öğrendiğimiz duaları okurken ki bunlar saniyeler içerisinde gerçekleşti, zalım füze karakolun duvarında patlamasın mı?

Füzenin karakol duvarında patlamasının hemen ardından karakoldan hareket eden minibüs, futbol sahasına doğru son sürat ilerlemeye başladı. Ben, Osman ve o gün futbol sahasında oynayan tüm çocuklar çil yavrusu gibi dağıldık.

Olaydan sonra karakolun etrafında dolaşmamaya özen gösteriyorduk. Nihayetinde istemeden de olsa karakolu hedef alan bir eyleme imza atmıştık Osman’la birlikte.

İşte tam da o günlerde Sınıf öğretmenim Neslihan Hoca bana ‘Teneffüste müdür beyin odasına gel, seninle bir şey konuşacağız’ dedi.

Neslihan Hoca, 20’li yaşlarındaydı ve sanırım ilk görev yeri bizim okuldu. Bir de kız kardeşi vardı, ilçenin tek eczanesinin sahibiydi. Sultan Eczanesi… Eczanenin adından da anlaşılacağı üzere Neslihan Hoca’nın kız kardeşinin adı Sultan’dı ve bekar ya da evli, genç ya da yaşlı neredeyse ilçenin tüm erkekleri Sultan’a aşıktı diyebilirim.

Ama bence bizim ilçenin erkekleri kadından anlamıyordu. Çünkü Neslihan Hoca daha güzeldi. Belki de bana öyle geliyordu. Yakından ilgileniyordu benimle. Öyle ki, babamı okula getirtmişliği bile vardı.

Ayrıca Neslihan Hoca’ya gözlük çok yakışıyordu…

Neslihan Hoca iyiydi fakat beni müdürün odasına çağırmıştı ve ben de o sıralar aranıyordum. Arandığıma dair resmi bir belge olmasa da en azından ben öyle hissediyordum.

Ders bittiği gibi soluğu dışarıda aldım ve bahçede polis arabası var mı diye kısa bir tarama yaptıktan sonra bahçenin temiz olmasının verdiği rahatlıkla çaldım müdür beyin kapısını.

Müdürümüz enteresan bir insandı. Günde beş paket Maltepe içerdi ve odası, masasının arkasında duran Atatürk portresi, İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe’nin hemen altında asılı olan A4 kâğıdındaki bir kurukafa resmi ile insanı geriyordu. Kâğıttaki kurukafa resminin hemen altında ise şu yazı yazıyordu. ‘Sigara içmek sizi rahatlatır ve zayıflatır’ Buna rağmen okulda sigara içen öğrencileri dövmeyi de ihmal etmiyordu. Dedim ya enteresan, hatta kendisiyle çelişen bir insandı. Beş paket sigara içmesine rağmen rahat değildi bir kere, sürekli stresli ve sinirliydi. Şişmandı da üstelik. Belli ki sigara onda kilo yapıyordu. Rahatlattığı falan da yoktu. Parasına yazıktı. İçmeseydi keşke o kadar.

İçeri girince müdür bey suratıma bile bakmadı. Neslihan hocaya bakıyordu daha çok. Belli ki o da kadından anlıyordu. Ama Neslihan Hoca bana bakıyordu her zamanki gibi. ‘Geç otur’ dedi bana gülümseyerek. Oturdum ben de hemen. Sonra bana 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları kapsamında okulumuzdan bir öğrencinin makam koltuğuna oturacağını, o öğrencinin de ben olacağımı söyledi Neslihan Hoca ve Belediye Başkanı mı yoksa Emniyet Müdürü mü olmak istediğimi sordu.

Resmen fırsat ayağıma gelmişti. Bir an bile tereddüt etmeden emniyet müdürü olmak istediğimi söyledim. Nedense Müdür Bey aferin dedi o sıra. Artan terör olayları herkesi milliyetçi yapmıştı o zamanlar. Belki de o yüzden aferin dedi bana. Benim karakolun duvarına füze atan ve günlerdir aranan bir kaçak olduğumu bilseydi, muhakkak daha sert milliyetçi tepkiler verebilirdi bana.

Müdür Bey’den aferini aldıktan sonra, Neslihan Hoca’yla birlikte dışarı çıktık. Neslihan Hoca bana yeşil bir takım elbise almam gerektiğini söyledi ve derse girdik.

İşler tam da yoluna girdi derken nerden çıkmıştı bu yeşil takım elbise. Ayrıca neden yeşildi de lacivert değildi. Zaten beşinci sınıf öğrencisiydim. Seneye ortaokulda lacivert takım elbise giymek zorundaydık. Neden bana yeşil takım elbise aldırıyorsunuz? Takım elbise dediğin ucuz bir şey de değil ki. Ben babama bu sene yeşil takım elbise aldırırsam, benim bildiğim babam seneye o takım elbiseyi bana ortaokulda da giydirirdi. Nitekim öyle de oldu. Ortaokul birinci sınıfta herkes lacivert takım giyerken, ben yeşil takım elbise giymek zorunda kaldım.

Her neyse… 23 Nisan günü çektim takımları, Neslihan Hoca’yla birlikte düştük Karakol’un yoluna. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliydim.

Karakol bizim mahallede sokağın hemen başında konuşlanmış, 3 katlı gri renkte bir apartmandan oluşuyordu. Ülkedeki tüm kamu kurumları gibi pek de sevimli olmayan bir yapısı vardı. Giriş ve ikinci kat karakol olarak hizmet verirken, üçüncü kat ise lojmandan oluşuyordu. Bir de bodrumu vardı… Benim hiç görmediğim ancak mahallenin ağır ağabeylerinin sık sık konuk edildiği ve hakkında çeşitli efsaneler bulunan bodrum. Neden sonra biri şarkısını da yaptı, ‘Aşk Bodrum’da yaşanıyor güzelim’.

Karakolun kapısına vardığımızda elinde MP bilmem kaç tüfek bulunan bir polis karşıladı bizi. Bizim füze eyleminden sonra belli ki karakoldaki güvenlik önlemlerini arttırmışlardı. Yanından geçerken Neslihan hoca ‘Merhaba’ dedi polise, bense sadece küçük bir baş hareketiyle selamladım kendisini. Konumum gereği çok fazla muhatap olmadım kendisiyle. Sonuçta o gün Emniyet Müdürüydüm.

Neslihan Hocayla birlikte karakola girdik ve merdivenlerden ikinci kata doğru çıkmaya başladık. Merdivenlerde bulunan çiçekler Neslihan Hoca gibi benim de dikkatimi çekmişti. ‘O kadar da kötü bir yer değiliz’ imajını vermeye çalışıyorlardı anladığım kadarıyla ancak beni kandıramazlardı.

İkinci kata vardığımızda birkaç polis memuru ellerinde evraklarla sağa sola koşturuyorlardı. Neslihan Hoca hemen bir tanesine Emniyet Müdürü’nün odasını sordu, işgüzar memur, ‘ne vardı? Ben yardımcı olayım’ dedi.

‘Kardeşim senle işimiz olsa kadın Emniyet Müdürü’nün odasını sormaz, direk senin odanı sorardı… Sen kimsin? Ayrıca benim kim olduğumu biliyor musun? Birazdan sana haritadan yer beğendirme ihtimalimi neden göz ardı ediyorsun?’

-‘Bu çalışkan çocuk bugün 23 Nisan münasebetiyle Emniyet Müdürü olacak’ dedi Neslihan Hoca, işgüzar polis memuruna…

Neslihan Hocayı karşıma alıp konuşmanın zamanı gelmişti. Böyle yaptığı sürece benim otoritem sarsılıyordu.

‘Sen neden adamlara benden bahsederken ‘Çocuk’ kelimesini kullanıyorsun hocam? Bu adamlar benim emirlerimi nasıl dinleyecekler sen böyle yaparsan?’ Okulda Müdürle konuşurken de böyle yapıyorsun ama artık burama kadar geldi!’

-Hadi gidelim yavrum!

‘Offffff! Bu kadın bitirecek beni’

Girdik Emniyet Müdürü’nün odasına…

Emniyet Müdürü kırklı yaşlarda, traşlı, esmer ve nispeten daha düzgün bir adamdı ve belli ki geleceğimizden haberi vardı.

‘Hoş geldin genç adam’ dedi ve Neslihan Hocayla konuşmaya başladı. Bu tavrı hoşuma gittiği için Neslihan Hocayla ilgilenmesine pek bozulmadım. Belki de fazla abartıyordum bu Neslihan Hocayı kıskanma meselesini.

Hem ne demişler, ‘Serbest bırak, dönerse senindir… Dönmezse zaten hiç senin olmamıştır!’

‘Pislik beee!’ dediğinizi duyar gibiyim. Hemen fevri tepkiler vermeyin, bence de çok pis. O ne lan, dönerse senindir falan, çok saçma!

Ama ben yine de bu kıskançlık meselesini şu sıralar fazla abarttım galiba.

Emniyet Müdürü makamını bana bırakıp Neslihan Hocayla birlikte karşıdaki koltuklara oturdu ve başladılar sohbet etmeye.

Müdür bey goy goyu bırakalım da işimize bakalım. Yok mu operasyon falan. Bizim aşağı mahallede ot içiyo gençler. Satanı ben bile biliyorum. Alaattin Bakkalı üç oldu soyuyorlar. Sen burada muhabbet ediyorsun. Gidip yakalasanıza adamları. Biz karakola yanlışlıkla füze attık diye seferber ettin tüm ekipleri. Ayıp ayıp!

-Kaça gidiyorsun sen genç adam?

-5’e komiserim.

-Ne olacaksın büyüyünce?

-Polis olmayı düşünmüyorum!

Kısa bir sessizlik…

-Henüz karar vermedim komiserim.

-Ne içersin?

-Çay

Sohbetin kalanına çay eşliğinde devam ettikten sonra Emniyet Müdürü eline bir kağıt alarak bir şeyler yazmaya başladı ve daha sonra bana uzatarak; ‘Bu kağıttaki yazıyı ezberle, birazdan telsizle anons geçeceksin tüm ekiplere’ dedi ve anonsu geçip geçemeyeceğimi sordu.

Beş senedir her gün tüm okula Andımızı okuduğumdan ve Milli Bayramlardaki şiir performanslarımdan haberi yoktu tabi…

-Yaparım komiserim.

Emniyet Müdürü’nün verdiği not ‘Tüm ekiplerin dikkatine’ diye başlıyor ve bugün itibariyle Emniyet Müdürünün ben olduğumu, emirlerime harfiyen uyulması gerektiğini içeren cümlelerle devam ediyordu.

Anonsu yaptıktan sonra tüm ekipler ‘Anlaşıldı efendim’ diyerek yanıt verdiler. Başarılı anonsun ardından tebrikleri kabul ettim ve boş boş oturmaya başladım. Emniyet Müdürü olmak çok sıkıcıydı. Zaten göt kadar ilçeydik. Doğru düzgün olay bile olmuyordu. Bir süre sonra Emniyet Müdürü ‘benim biraz işim var’ diyerek gitti zaten.

Ya ne işin olacak. Kim bilir nereye gitti? Neyse ki giderken bize tost söylemiş. Çayla birlikte tostları gömdükten sonra Neslihan Hoca, ‘Biz de kalkalım artık, saat 12.00 olmuş’ dedi.

Sizin anlayacağınız benim Emniyet Müdürlüğü serüvenimle Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık serüveni arasında çok az bir zaman farkı var.

O günden bana kar kalan karakol nezdinde aranan bir suçlu olmadığımı öğrenmek ve çift kaşarlı tost oldu.

Eee, bal tutan parmağını yalar nihayetinde!

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Saray Haber